Hande Erçel ve Barış Arduç’un başrollerini paylaştığı Rüzgara Bırak, son dönemde izleyiciyle buluşan bir Netflix yapımı olarak dikkat çekiyor. Filmi izleyip bir değerlendirme yapan Youtuber Murat Soner, kendini yıllar önce yorumladığı Ada Masalı ile neredeyse birebir aynı hikayenin içinde bulduğunu belirtti. Üstelik bu bir uyarlama bile değil; adeta kopyala-yapıştır yöntemiyle hazırlanmış bir senaryo dedi. Peki, bu film bize ne sunuyor, izleyiciyi nasıl avlıyor ve neden hep aynı formüllerle karşılaşıyoruz? Gelin, Murat Soner’in detaylıca inceleyelim.
Umutla Başlayan Bir Hikaye
Rüzgara Bırak, izleyiciyi ekran başına kilitlemek için Türk dizi ve film sektörünün yıllardır vazgeçemediği bir malzemeyi kullanıyor: umut. Hikâyenin en başına yerleştirilen romantik anlar, izleyicide “Acaba bir daha yakınlaşırlar mı?” sorusunu uyandırarak merakı canlı tutuyor. Bu strateji, seyirciyi umutla uyutmayı hedefliyor. Çünkü yapımcılar şunu çok iyi biliyor: Eğer izleyiciye umut verilmezse, eline kumandayı alır ve başka bir seçenek arar. İşte bu yüzden film, seyircinin duygularını yönlendiren bir beklenti oyunuyla ilerliyor.
Senaryo basit: Kız, babasının holdinginde CEO olarak çalışıyor ve şirket finansal bir darboğazda. Çözüm olarak Çeşme’deki bir koyu satıp otel yapma fikri ortaya atılıyor. Ancak koyun satışına karşı çıkan bir ortak var. Kız, bu ortağı ikna etmek için plaza hayatından sıyrılıp sahil kasabasına gidiyor ve tahmin edileceği üzere, ona âşık oluyor. Bu hikâye size tanıdık geldiyse, haklısınız. Çünkü Ada Masalında da bir iş kadını, bir araziyi ikna etmek için kasabaya gidiyor ve aynı şekilde bir aşk hikâyesi başlıyordu. Netflix’in bu senaryoyu tekrar çekmeye utanmadığını söylemek zor.
Klişeler ve Tesadüfler Üzerine Kurulu Bir Dünya
Filmin ilerleyişi, Türk yapımlarında sıkça rastladığımız tesadüflerle dolu. Kız, Çeşme’ye varır varmaz oğlanın restoranına düşüyor. Oğlan, “Buranın en iyi balığını ben seçerim” diyerek cool bir giriş yapıyor. Kız, somon yerken sakin kalmaya çalışsa da, oğlan yemeği eliyle yemeye başlayınca işler absürt bir hal alıyor. Daha sonra oğlan, kızı sarhoş bir adamdan kurtarıyor ve kız hemen “Uzun uzun anlatma, gel bana gidelim” diyor. Televizyonda olsa bu sahne 12 bölüm sürerdi, ama Netflix’te 12 dakikada yatak odasına geçiliyor. Ancak oğlan bu teklifi reddediyor ve hikâye başka bir yöne evriliyor.
Ertesi gün kız, oğlanın koyun sahibi olduğunu öğreniyor. Oğlan, bir surf kursu işletiyor ve kızı “Koyu ver, sana başka koy alalım” diyerek ikna etmeye çalışıyor. Ancak oğlanın borçları olduğu ortaya çıkıyor; bir dostu onu kurtarmak için şirketine ortak olmuş. Kız, bu bilgiyi kullanarak oğlanı yönetim kurulundan attırmayı ve koyu ele geçirmeyi planlıyor. Ama tabii ki işler öyle gitmiyor. Sörf dersleri, tartışmalar ve Ege Denizi’ne taş atıp dilek dilemelerle geçen süreçte kız, hem Çeşme’ye hem de oğlana âşık oluyor. Film, bu romantik finalle sona eriyor.
Neden Hep Yazlık Kasabalar?
Rüzgara Bırak’ı izlerken akla şu soru geliyor: Neden bu tarz hikâyeler hep yazlık kasabalarda geçiyor? Deniz aynı, plaj aynı, antika kamyonetler ve sörfçü oğlanlar aynı. Bir kere de Kars’ta, şubat soğuğunda bir aşk hikâyesi çekmeyi deneseler ya! Türk dizi ve film sektöründe cesur yapımcılar yok mu? Ama belli ki kimse riske girmek istemiyor. Çünkü yazlık kasaba formülü tutuyor; Z kuşağı “Aşçı erkek seksi!” diye bayılıyor, izleyici de klişelere rağmen ekrana kilitleniyor.
Oyunculuklara gelince, Hande Erçel ve Barış Arduç ellerinden geleni yapıyor. Ancak senaryo o kadar klişe ki, bu iki yetenekli isim bile hikâyeyi kurtarmakta zorlanıyor. Sanki yapımcılar bir torbaya senaryo fikirleri doldurmuş, içinden rasgele bir kâğıt çekip “Hadi, bunu çekelim” demiş. Üstelik bu formül, sadece Türkiye’de değil, uluslararası platformlarda da işliyor gibi görünüyor. Netflix’in Rüzgara Bırak’ı çekmesi, izleyiciye “Umut fakirin ekmeği” dedirtip geçiyor.
Rüzgara Bırak, umutla başlayıp klişelerle devam eden, Ege rüzgârıyla biten bir film. Hande Erçel ve Barış Arduç’un hayran kitlesi için izlenebilir olsa da, dikkatli izleyiciler bu senaryoyu daha önce defalarca gördüğünü fark ediyor. Türk yapımcıların yaratıcılıktan uzak, garanti formüllerle ilerlemesi hayal kırıklığı yaratıyor. Belki bir gün, bir yapımcı çıkar ve bize şubat soğuğunda Kars’ta geçen bir aşk hikâyesi sunar. Ama o gün gelene kadar, elimizde Rüzgara Bırak gibi klişe dolu Ege masalları var. Yeni bir şeyler görmek isteyenler içinse tek önerim: Yapımcılar torbadan yeni bir kâğıt çekene kadar beklemek.
Görüşlerinizi Sinetech Forum‘da paylaşabilirsiniz!